12 Şubat 2010 Cuma

Bırak Bu Kayakları

Bir iki hafta öncesine kadar İstanbul'a yağdığında kısa süreli keyif sonrasında eziyet yaşatan karın yakıştığı yerlerden biri de Kartalkaya'ymış. Fotoğraflardan görülen o. Bundan 12 sene evvel yine kendi isteğim dışında kendimi karın yakıştığı başka bir dağda bulmuştum. Arkadaşım vesilesiyle bir üniversite turuna yamanarak Uludağ'ın eteklerine serpilmiştik. İmece usülü edindiğim bir kaç parça kıyafet ile huzursuz bir şekilde çıkmıştım pist denen eğimli antreman sahasına. Ayaklarımda kayak takımı, ellerimde çubuklar düşe kalka debelendim karlar içinde. Yavaşlamak ve durmak için öğretilen kaz ayağını aklımıza kazıyarak vurduk kendimizi tepeye. Pist gibi kısa da değildi yol. Üstelik sağdan soldan hızlıca inen onlarca yarı usta kayakçının arasında kalmıştım. Kaz ayağının sökmediği yerde çömelerek durmaya niyetlensemde kızaktaymışçasına iniyordum bu sefer yokuşu. Son çare sağa sola atlayıp son veriyordum kontrolsüz inişime. Binbir güçlükle düzlüğe varırken bana hala "Kaz ayağı, kaz ayağı" diye taktik vermeye çalışan arkadaşlarıma "Bırak bu ayakları hatta al bırak bu kayakları" diyerek kendimi otele attıktan sonra tatil anlam kazanmıştı benim için. Geri kalan zamanımda açık büfenin nimetlerinden faydalanırken, içkinin kollarına bırakıp seyreylemiştim karın güzelliğini. Ara ara dışarı çıkıp kayanlara da uzaktan bakıp sadece gece sucuk&şarap keyfine ortak olmuştum onlarla. Böyle geçmişti benim için kar tatili ve son gecemde kızakla kayarak en azından sapasağlam ve stressiz bir şekilde inişin tadına varıp da dönmüştüm.

Bütün bu anılarımı tazeledikten sonra sekiz kişilik grubun tek kaymayanı olarak iki günlük tatile çıkıyorum bu gece yarısı. Bu sefer deneme amaçlı bile adımımı atmayacağım dışarı. Belki sadece veli konumunda hanıma göz kulak olmak için yiyebilirim bu sözümü.

Hiç yorum yok: