25 Eylül 2009 Cuma

Askerlik Hatıraları

Ayın on yedisinde askerliği bitirişimizin 5. senesi doldu. Her yıl adet haline getirdiğimiz buluşmalardan Geleneksel Tezkere Kutlaması'nı, Ramazan ayına denk geldiği için bu kez bir hafta erteleyerek, yine bir Cuma akşamı yapıyoruz. Nisan ayında Askere Gidiş Anma amacıyla toplandığımızdan beri de altı ay gelip geçti. Araya yaz ayları ve Ramazan'ın da girmesiyle bu süre sanki daha kısaymış gibi geliyor hepimize. Günün tamamına yakınını beraber geçirdiğimiz arkadaşlarımızla altı ayda bir görüşmek hayatın garip bir cilvesi. Altı ay kesintisiz yüzünü görüğümüz adamların diğerleri şimdi nerdeler kimbilir?

18 Eylül 2009 Cuma

İyi Bayramlar

Yarın aslında arife ama Cumartesiye denk gelmesiyle beraber bayram havasına erkenden girildi. Bayram havası dediğim direk tatil modu aslında. Senede bir iki haftalık izinler yeterli olmayınca çalışan kesim son yıllarda bayramları da hep bir tatil vesilesi olarak görüp değerlendirmeye başladı. Klasik 'nerde o eski bayramlar?' isyanına girecek kadar yaşımız olmasa da bayramların bizim çocukluğumuzdaki gibi bile yaşanmadığı bir gerçek. Biletler alınır, bavullar toplanır ve İstanbul'dan kaçılır. Bayram sevdiklerimizle beraber olmamız için kutlanıyor olsa da yine cep telefonlarımıza gelecek olan tatlı kelimelere sıkışacak anlamı.

13 Eylül 2009 Pazar

Düşündük Taşındık

Taşınmak kelimesini bile duymak çoğu insanda kaşınmaya sebebiyet verecek derecede sinir bozukluğu yaratabiliyor bazen. Göçebe toplumlarda taşınma olayı doğal bir yaşayış biçimiyken günümüzde yerleşik düzende devam eden hayatımızda, alışkanlıklarımızla beraber taşınmaya karşı antipati oluştu sanki. İyisiyle kötüsüyle alışılan yerden kımıldamak istemiyor insan. Çok zorda kalmadıkça veya cazip bir fırsat çıkmadıkça da yerinden hareket etmiyor çoğu zaman.

Doğduğum evde senelerce oturmuşuz ki annemle babamın ikinci evleriymiş bu. Benim o evden bizimkilerin şimdiki evine geçişim 17. yaşımda ilk taşınma olayına şahit oluşumdu. Hiç hoşlanmamıştım doğal olarak. Doğum büyüdüğüm mahalleden az da olsa uzaklara gitmek, odamın pencersinden görünen sokak lambasını bir daha göremeyecek olmak burkmuştu beni. Yeni evin tüm konforlarına rağmen alışmış olduğum yeri terk etmek kolay olmadı. Arkadaşlarımın benden önce sırayla bir bir gidişlerinden sonra ben ne ilk ne de sondum aslında. Her biri de üç aşağı beş yukarı yine aynı mahalledelerdi hala. Liseyi bitiriyordum ve ben de bambaşka bir hayata yelken açmak üzereydim.

Yeni eve tam alışmışken de ev değiştirmekten hazzetmeyen ben, şehir değişikliğine mecbur kalmıştım. Üniversite için Eskişehir'e gittiğimde ilk iki sene aynı evde kaldım. Belki de kalınmayacak kadar kötü bir banyosu, bir o kadar kullanışsız mutfağı olmasına rağmen ilk eve alışmıştım. Okula yakınlığı, mahallenin havası yetiyordu bana. İki senenin sonunda ev sahibimizin kirada yaratmak istediği olağan dışı artış sonunda Eskişehir içinde de taşınma maceralarım başladı ve altı senede beşi ev sahibi, biri misafir oyuncu olmak üzere altı evde kaldım. Dolayısıyla altı kere kendim için ev taşıdım, bir kaç kere de arkadaşlarımın taşınmalarına yardımcı oldum. On yedi sene aynı evde ikamet etmişken sonraki on senede hem adres değişikliklerine hem de toplanma taşınma işlerine alıştım ister istemez. İstanbul'a dönüp aynı evde oturmam da pek uzun sürmedi. Askerlik dönüşü evlenince yine yarı ev kurma, yarı taşınma oldu sayılır. Şimdi aynı evde dördüncü senemize girerken bugün kayınbiraderin ev taşımasına yardımcı olunca bir bir gözümün önüne geldi oturduğum evler.

11 Eylül 2009 Cuma

Yokuş Yukarı

Hayat bir garip, hep köşeye sıkıştırıyor insanı. Kimi zaman o köşede için içine sığmaz, kimi zaman içine kapanıp sinersin. Yine de illa ki köşelerdedir bazen yerimiz. Sıkıştığımızdan değil her zaman, orada beraber olmak isteyişimizden. Yolumuz yokuş yukarı, hava soğuk. Önemi olmayan ayrıntılar bunlar. Kolkola yürürken hissedilen sadece içimizdeki sıcaklık. Yağmur hatta fırtına ihtimaline karşın uyarılar var. Bunlar da çevirmiyor bizi yolumuzdan. O yokuşu çıkarken biz kopartıyoruz zaten fırtınayı. Yağmur gözlerimizden düşerse gönlümüzü ıslatır ancak. Yine bir Cumartesi herkesten farklı koşuşturmacalar, anlaşılamayan heyecanlar var bizim için. Hepi topu dakikalara sığdırılan bir şey değil bu. Yıllar boyunca içimize işlemiş bir tutku. Hayatın bizi sıkıştırdığı köşeden kaçabildiğimiz zamanlarda sığındığımız, rengarenk yalanlarından kurtulup sadece siyah-beyazı yaşadığımız bir rüya.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Yağmura Rağmen

Yağmuru kim sevmez? Trafikte sıkışıp kalan direksiyon başındakiler, yanından geçen arabanın sıçrattığı suyla üstü başı ıslananlar, şemsiyesiz yakalanıp ıslandıkça saçları kabaran ve bundan hoşnut olmayan bayanlar, elinde gazete taşıyanlar, arabasını yeni yıkatanlar, balkona çamaşır asanlar, açık tribünde maç izleyenler... Ben çok severim yağmuru. Direksiyon başında ya da yaya hiç farketmez. Bilakis ben çıkarım sokaklara sırf ıslanmak için. Arabadayken müziği kapatıp, arabanın üzerine düşen damlaların çıkardığı sesi dinlerim. Yürüyorsam yüzümü göğe kaldırır her bir hücreme temasını hissederim yağmurun. Kaçışan insanlara inat daha da ağır adımlarla yürürüm. Toprak kokusunu içime çekerim.

Evde pencereden izler insanlar çoğu zaman. Tıpkı televizyona bakar gibi yağmurlu sokaklara bakarlar. En yakın temasları yağmurun ıslattığı pencerenin iç kısmından buğulanan cama parmaklarıyla bir şeyler yazmaktır. Oysa ki üzerine bir çok şiir ve şarkı yazılmış bu doğa harikasına televizyondan izler gibi bakmaktansa ona dokunmak ve yüzünü okşamasına izin vermenin ne büyük bir keyif olduğunun farkında bile değiller. Açılan şemsiyelerin altında bir o yana bir bu yana kaçışır sonra da evden izlerler.

4 Eylül 2009 Cuma

Mutluluk

Sabah bir kalktım ölmüşüm. Noktayı koymuşum sayfamın sonuna ve kalemin ucu bitmiş. Evimin odasından salonuna geçiyorum şaşkınlık içerisinde. Orta sehpanın üzerinde bir fotoğraf albümü görünce şaşkınlığım artıyor. Rüya mı diye düşünüyorum ama değil. Albümü alıp oturuyorum kanepeye. Merakla açtığım ilk sayfa da bir bebek fotoğrafı var. Bir doğum anı. Hemen arkasından annemin yanıbaşına yerleştirilmiş o bebekle bir hastane yatağında çekilmiş siyah-beyaz fotoğraf geliyor. Doğal bir poz olmuş, annem içtenlikle bakıyor bebeğine. Neden benden saklamışlar ki bunca sene ya da nereye koymuşlar da ben görmemişim acaba bu fotoğrafları. Ablam mı yoksa ben miyim o bebek, pek emin olamıyorum. Üçüncüsünde babamın kucağında görüyorum bebeği. O da mutluluğu gözlerinden okunan bir ifadeyle öpüyor. Özenle yerleştirilmiş bütün fotoğraflara heyecan ve merakla bakmaya devam ediyorum. Sırada gelen fotoğrafta evde bir kaç akraba ile ablamı da görünce o bebeğin ben olduğumu anlıyorum. Evdeki fotoğrafta da doğal pozlar var. Herkes kundaktaki bebeğin, artık benim de diyebilirim aslında, etrafına toplanmış gülücükler saçıyor. Ablamda gözlerini kocaman açmış, onların arasından bana bakıyor 'merhaba küçük kardeşim' dercesine. İyiden iyiye merak etmeye başlıyorum albümün devamını. Her sayfa çevirişimde hiç görmediğim başka bir siyah-beyaz fotoğraf karşıma çıkıyor ve bu fotoğraflarda ne objektife bakan var ne de poz veren. Ben küçükken babamın profesyonel bir kamerası, yani fotoğraf makinası vardı aslında ama hemen hemen her fotoğrafta o varken çekenin kim olduğunu da bulamıyorum bir türlü. Bir kaç sayfa daha çevirdikçe fotoğrafların benim doğumumdan itibaren kronolojik olarak sıraya konulmuş olduğunu farkediyorum. Öldüğüm aklıma geliyor son sayfasını düşünüyorum albümün ama sırayı bozmuyorum. Tek tek açıp sayfaları uzun uzun bakıyorum fotoğraflara. Çocukken daha mı mutluymuşum acaba? Gülüyorum her resimde. Sallanan atımın üzerindeki duruşuma dalıyorum. Gerçek ata bir kere sirkte bir kere de köyde binmiştim sadece. Sirkteki midilli, köydeki ise bir ağabeyin arkasına yapışarak da olsa. Oysa ki çocukken atımın üzerinden inmemişim resmen. İşte ilk futbol topum. Israrla aldırışım, kokusuyla uyuşum ve sokakta ilk oynayışımızdan sonra özenle evde saklayışım... Doğum günlerim... Sömestır tatiline denk gelip hep Samsun'da kutlanan. Her sayfa çevirişimde seneleri de geçiyorum ömrümden, çocukluğu, okul yıllarına ve gençliğe bağlıyorum. Farkına bile varamadan şimdiki yaşıma ait fotoğraflara geliyorum. Bir kaç hafta öncesine ait kareler. Geçmişe ait fotoğrafların bitip, yenilerinin ve benim için hiç görülmemiş olanların başlayacağını düşünerek çeviriyorum sayfayı. Bir sonraki fotoğraf sayfadaki tek fotoğraf oluyor. İki sayfanın ortasında da sanki bir ayraç gibi duran bir kalem. Fotoğraf sadece bana ait ve bana bakıyor sanki gülümseyerek. 'Benden bu kadar' diyen bir ifade var yüzünde. Yüzünde dediğim benim yüzümde, yani resimdeki ben. Kendimden başkasıymış gibi bahsettiğimin farkına vararak gülümsemeye başlıyorum ben de. Tıpkı resimdeki gibi. 'Ölmedim' diyorum kendi kendime. O klasik film şeridi değilmiş bu albümdeki fotoğraflar. Yaşadığım tüm mutlu anları ellerimin arasında, avuçlarımın içinde hissediyorum...

3 Eylül 2009 Perşembe

Bisiklet

Bisiklet aldım kendime. İlk bisikletim yedi yaşında dayımın sünnet hediyesi Pinokyo modeliydi. Sonra ilkokul mezuniyetiyle babam sağolsun dönemin efsanesi kırmızı BMX geldi. Biraz büyüdükten sonra da ablam dağ bisikletine terfi ettirdi beni. İstanbul'da teker çevirmeye fırsat bulamayınca, trene koyup Eskişehir'e getirmiştim. Beş sene boyunca okula gidip geldim. Sonra İstanbul'a geri getirdik ama ne binen oldu ne de bakan. Apartmanın depo gibi bir kısmında çalındı mı ne olduysa farkına aylar sonra varabildik. Zaten askerlik, iş, evlilik derken bisiklete binecek fırsat olmamıştı.

Epeydir bakıp bakıp duruyordum yoldan geçen bisikletlere. Hani evde sahile yakındı aslında, 'alıp koysam bir kenara, binip sürsem ara ara' diye düşüne düşüne zaman geçip gitti. En sonunda kırdım zincirleri, bastım enter düğmesine ve internetten siparişi verdim. İki günde getirmişler kapıya teslim. İş yerine bisiklet getirtilmez diye kayınbiraderin muayenehanesini adres olarak vermiştim. O da şaşkınlıkla aradı beni teslim alınca. İş yerine getirlmez dedim ama benim işe de gelip gitme niyetim var aslında. Bir Queen şarkısı nelere kadir işte; "I want to ride my bicycle / I want to ride my bike / I want to ride my bicycle / I want to ride it where I like..."