26 Temmuz 2009 Pazar

Açık Büfe Kahvaltı

Pazar günlerinin en güzel yanı kuşkusuz kahvaltıdır benim için. Bütün bir hafta, tost, ya da küçük kaplara koyduğum peynir, zeytin, domates kombinasyonları ile geçtiğinden ve bunları ofiste, masa başında günlük gazetelere göz gezdirirken kısa süre içerisinde tüketmek durumunda olunduğundan hep bir özlem vardır Pazar kahvaltılarına karşı. Kahvaltı da günün en önemli öğünüdür ya hani, doyasıya ve uzunca bir süre kalınır kahvaltı sofrasında. Yumurta rafadan olmalı, suyu kaynadıktan sonra yüz saniye kadar daha kısık ateşte durması yeterli. Ekmekler taze, hafta boyunca şekersiz içilen çaylar kahvaltıyı daha da keyiflendirmek için yarım şekerli ve mutlaka son keyif çayı içilirken okunacak bir gazete. İyi bir Pazar kahvaltısı akşama kadar götürür. Tabi benim gibi erken kalkıp Pazar da olsa güne sekizde başlayıp kahvaltıyı en geç onda yapanlar için bu bazen zor olabilir. Geç kahvaltı da günü öldüreceğinden dolayı sabah uykusu gibi tercih edilmeyen bir durum benim için.

Bu Pazar da erken kalkışıma çok geçmeden eşlik eden eşimle birlikte valide hanımlara gittik Pazar kahvaltısına. Annem ve ablamı sabah uykularından uyandırdıktan sonra
havanın güzel olmasından istifade ederek açık havada kahvaltı etmek amacıyla hep birlikte Polonezköy'e gittik. Havanın güzelliği de göreceli bir kavram bana kalırsa. 'Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca' demişse Karacaoğlan, ben de havaya güzel demem, sırtımdan ter damlayınca. Yine de bir çoklarına göre güzel olan bu sıcak havada kendimizi dışarı atarak bir nevi ferahlama peşinde olarak 11:00 gibi Polonezköy'e vardık. Çeşitli mekanlar içinden bahçeli ve açık büfe kahvaltı seçeneğine sahip bir mekanda karar kılındı. Fiyatı duyunca da bir anda benim hayalimde kendi cenaze namazım kılındı. 60 TL verince ya kalp krizi geçirerek ya da ölmez sağ kalırsam yemekten çatlayarak yeryüzündeki son kahvaltımı yaptıktan sonra hurma yemeğe cennete giderim diye düşündüm. Cehennem o an için hiç aklıma gelmedi açıkçası çünkü havanın sıcaklığı itibariyle zaten bizzat yaşıyorduk cehennemi.

İçerisi oldukça ferah çimenler üzerinde masalar bulunan bir mekandı. Biz de bir tanesine yerleştikten sonra sırayla tabaklarımızı doldurmak oradan da midelere transfer etmek üzere hareketlendik. Yazının başında özetlediğim Pazar kahvaltısının olmazsa olmazlarından yumurta rafadan haliyle yoktu... Başka aklınıza gelen, gelmeyen ne varsa karşımdaydı. Peynir hastalığımdan ötürü tabağın yarısını doldurduktan sonra sefer sayısını çoğaltmayı düşünerek peynirleri azaltıp diğer alternatiflerle süslemeye çalıştım tabağımı. Biber turşusu, kızartmalar, acılı ezme ve haydariyi gördükten sonra bir de küçük açarlar herhalde masaya diye düşündüm ama olmadı. Kekler, börekler ve hafta içinde bile yemediğim poğaçalardan uzak durarak mümkün mertebe her çeşitten azar azar almaya gayret ettimse de çeşit bolluğu ile tabağın çapı doğru orantılı olmayınca beceremedim. Sonra sefer sayısının sınırsızlığını hatırlayarak masaya döndüm. Annem, ablam ve eşim, üç bayan olarak benden daha mütevazi tabaklara sahiptiler. Yedikçe yedim ben de aldırış etmeden. Açık hava bir şey olmaz diyerek tabağı bir güzel bitirdikten sonra kısa bir ara verip ikinci seferde dumanı takip ettim. Saatin ilerlemesiyle birlikte mangal yakılmış, etler, tavuklar ve köfteler sıraya girmiş "beni de ye" diye. Tamam da kardeşim, minibüs değil ki bu, midemize oturacak yer kalmasa da ayakta bir yere sıkıştıralım sizi de. Huyum kurusun kıramadım onları da. Birer parça olaraktan ve yanlarına biber kızartmasını da ekleyerekten tabakta taşıdım masaya kadar.Sonrası malum. Neyse ki tatlıyla çok aram yok, onlara hiç bulaşmadan, meyvelere selam bile vermeden buradan çıkabilmek en büyük dileğim. Bir insan evladı Pazar kahvaltısında ne yiyebilir ki? Aslında ismin köküne indiğimizde hiç de öyle krallar gibi yenmesi gereken bir öğün değilmiş gibi duruyor hatta. Kahve altı gibi düşünürsek olsa olsa sigara altlığı gibi iki üç lokmadan ibaret olması gerekir belki de.

Şimdi bana 'yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat' diyecek olursanız, güzel bir Pazar gününde yaz yağmurunu da yedik (yine yediğimiz oldu ama), sohbetimizi de ettik ve ailemizle birlikte hoşça vakit geçirdik. Kahvaltı olayını biraz abartsak da ne demişler 'yiyen şişman, yemeyen pişman'.

Hiç yorum yok: