24 Temmuz 2009 Cuma

İşsiz Güçsüzken

Sonunda bu kitap da bitti işte. Ya şimdi ne okumalıyım? Hmm.. felsefe mi yoksa roman mı? Belki de hafif, yine mizah içerikli bir kitap daha iyi gelir şu anki ruh halime. Ne de olsa Gülse Birsel’in kitabı hiç de fena değildi. Gayet eğlenerek okumuştum. Psikolojimin deniz seviyesinin altında olduğunu kabul edersek kendimi daha da boğmamak için ağır kitapları geleceğe devretmenin isabetli bir karar olacağı kanısındayım. Kütüphanedeki Aziz Nesin’lerden biri ya da yeni bir kitap. Hani yeni bir hayat bekliyoruz ya, o açıdan okuyacağım kitap bile yeni olmalı sanki. Halbuki eskileri bitirmeden ne gereği var. Ben en iyisi bu sefer kütüphaneden okumadıklarımdan bir tane seçeyim. Kitap seçme ve okuma işini akşama bıraktıktan sonra biraz odamı toparlamaya başladım. Zamanımın çoğunu odamda geçirdiğim için dağılıyordu tabi. Kısa sürede düzelttim etrafı, camı açık bırakarak odayı havalandırmak amacıyla beş dakika kendi başına bıraktım ve salona doğru yürümeye başladım. Salon benim için sessizlik demekti. Odamda müzik, mutfakta çatal, bıçak sesleri vardı ama salon sessiz sedasız bir mekandı. Salonda hiç vakit geçirmek istemiyordum fakat odamı havalandırırken üşütmemek için bir süre oyalanmam gerekiyordu. Kanepeye oturdum, yan yan telefona bakarken arayabileceğim birilerini düşündüm. Aklıma gelenler ya işte, ya okulda ya da askerde nöbette olmalıydı. Çaresizce kumandaya uzandım ve televizyonu açtım. Hafta içi ve gündüz ne izlenebilirdi ki Allah aşkına? Zaten ev kadınlarının nasıl bütün bir günü evde geçirebildiklerini hala anlayabilmiş değilim. Kabloludaki ekranı on altıya bölen ve her karesinde bir tv kanalını gösterirken arkadan da TRT FM’i yayınlayan kanalı açtım. En azından müzik dinlemiş oluyordum. Tam dalıp gitmiştim ki muhabbet kuşunun “Cik” sesiyle irkildim. Hiçbir farkımız yoktu o küçücük kuşla. İkimiz de yiyip, içip, tekrar yiyebilmek için midemizde boş yer açıyorduk. Gün içinde yaptığımız tek farklı şey onun reelde benimse hayalde uçmamızdı. O havada iki tur atıp tekrar kafesine geri dönüyordu oysa ben kafatasımdan bir çıktım mı dönmek bilmiyordum. Oradan oraya gidip geliyordum. Bazen gidip dönüyor, çoğu zamansa karanlıkta kayboluyordum. Dakikalar ağır da olsa geçmişti ve ben tekrar oksijen dolu odama döndüm, pencereyi kapattım. Kitap okumayı akşama bıraktığım için içi resim dolu albümü aldım elime, yavaş yavaş karıştırmaya başladım. Yaş tahminime göre kronolojik bir sıraya sokmuştum tüm resimleri. Çocukluk, ilk, orta, lise yılları, dersaneler, Eskişehir ve sonrası. Sonrası adına pek fazla fotoğraf yoktu zaten. Resmedecek ne vardı ki hayatımda? Bazılarında ne kadar mutlu olduğum yüzüme, gülüşüme yansımıştı. İç geçirdim, tekrar dönmek istedim o fotoğraf karelerindeki ana ve bir müddet orada kalmak istedim. Mümkünatı yoktu. Keşke insan ara sıra bir fotoğraf seçip bir süre o ana geri dönebilse, ne güzel olurdu değil mi? Gerçi ben gözlerimi kapatarak o anlara gidiyorum bazen ama dönüş biletini cebinde hissedince yaşanmıyor doğru dürüst. Albümü yerine kaldırdım, tıraş bıçağımı ve sabunumu alarak banyoya gittim. Günlerdir uzayan sakalım şeklini kaybetmeye yüz tutmuştu. Kesmek için sebebim olmasa da bırakmaya da niyetim yoktu doğrusu. Yüzümü sabunladım ve özenle tıraş oldum. Günler sonra yanaklarımı görebilmek güzeldi..
(Aralık 2004)

Hiç yorum yok: