4 Eylül 2009 Cuma

Mutluluk

Sabah bir kalktım ölmüşüm. Noktayı koymuşum sayfamın sonuna ve kalemin ucu bitmiş. Evimin odasından salonuna geçiyorum şaşkınlık içerisinde. Orta sehpanın üzerinde bir fotoğraf albümü görünce şaşkınlığım artıyor. Rüya mı diye düşünüyorum ama değil. Albümü alıp oturuyorum kanepeye. Merakla açtığım ilk sayfa da bir bebek fotoğrafı var. Bir doğum anı. Hemen arkasından annemin yanıbaşına yerleştirilmiş o bebekle bir hastane yatağında çekilmiş siyah-beyaz fotoğraf geliyor. Doğal bir poz olmuş, annem içtenlikle bakıyor bebeğine. Neden benden saklamışlar ki bunca sene ya da nereye koymuşlar da ben görmemişim acaba bu fotoğrafları. Ablam mı yoksa ben miyim o bebek, pek emin olamıyorum. Üçüncüsünde babamın kucağında görüyorum bebeği. O da mutluluğu gözlerinden okunan bir ifadeyle öpüyor. Özenle yerleştirilmiş bütün fotoğraflara heyecan ve merakla bakmaya devam ediyorum. Sırada gelen fotoğrafta evde bir kaç akraba ile ablamı da görünce o bebeğin ben olduğumu anlıyorum. Evdeki fotoğrafta da doğal pozlar var. Herkes kundaktaki bebeğin, artık benim de diyebilirim aslında, etrafına toplanmış gülücükler saçıyor. Ablamda gözlerini kocaman açmış, onların arasından bana bakıyor 'merhaba küçük kardeşim' dercesine. İyiden iyiye merak etmeye başlıyorum albümün devamını. Her sayfa çevirişimde hiç görmediğim başka bir siyah-beyaz fotoğraf karşıma çıkıyor ve bu fotoğraflarda ne objektife bakan var ne de poz veren. Ben küçükken babamın profesyonel bir kamerası, yani fotoğraf makinası vardı aslında ama hemen hemen her fotoğrafta o varken çekenin kim olduğunu da bulamıyorum bir türlü. Bir kaç sayfa daha çevirdikçe fotoğrafların benim doğumumdan itibaren kronolojik olarak sıraya konulmuş olduğunu farkediyorum. Öldüğüm aklıma geliyor son sayfasını düşünüyorum albümün ama sırayı bozmuyorum. Tek tek açıp sayfaları uzun uzun bakıyorum fotoğraflara. Çocukken daha mı mutluymuşum acaba? Gülüyorum her resimde. Sallanan atımın üzerindeki duruşuma dalıyorum. Gerçek ata bir kere sirkte bir kere de köyde binmiştim sadece. Sirkteki midilli, köydeki ise bir ağabeyin arkasına yapışarak da olsa. Oysa ki çocukken atımın üzerinden inmemişim resmen. İşte ilk futbol topum. Israrla aldırışım, kokusuyla uyuşum ve sokakta ilk oynayışımızdan sonra özenle evde saklayışım... Doğum günlerim... Sömestır tatiline denk gelip hep Samsun'da kutlanan. Her sayfa çevirişimde seneleri de geçiyorum ömrümden, çocukluğu, okul yıllarına ve gençliğe bağlıyorum. Farkına bile varamadan şimdiki yaşıma ait fotoğraflara geliyorum. Bir kaç hafta öncesine ait kareler. Geçmişe ait fotoğrafların bitip, yenilerinin ve benim için hiç görülmemiş olanların başlayacağını düşünerek çeviriyorum sayfayı. Bir sonraki fotoğraf sayfadaki tek fotoğraf oluyor. İki sayfanın ortasında da sanki bir ayraç gibi duran bir kalem. Fotoğraf sadece bana ait ve bana bakıyor sanki gülümseyerek. 'Benden bu kadar' diyen bir ifade var yüzünde. Yüzünde dediğim benim yüzümde, yani resimdeki ben. Kendimden başkasıymış gibi bahsettiğimin farkına vararak gülümsemeye başlıyorum ben de. Tıpkı resimdeki gibi. 'Ölmedim' diyorum kendi kendime. O klasik film şeridi değilmiş bu albümdeki fotoğraflar. Yaşadığım tüm mutlu anları ellerimin arasında, avuçlarımın içinde hissediyorum...

Hiç yorum yok: